6 Şubat 2008 Çarşamba

Geçen günkü Felt muhabbetiyle ilgili bilgi güncellemesi:
(Weeping Mama Blues'u sevdiniz mi bilmem, ben bayılmıştım, hem de albümdeki en iyi şarkı o diil, aslında bi tane en iyi şarkı yok, 5-6 tane her biri birbirinden iyi, oturmuş güzel şarkı var o albümde, az çok da farklı tatlarda)
Bu Felt, müzik blogları arasında baya popüler oldu son zamanda, her biri albümü ya da albümü veren blogları linkleyen bi yığın 70ler blogu var. Onlardan birisinde şöle bir bilgiye rastaladım; (Bu kadar iyi bir ilk albüm yapan bir grup nasıl olur da sonra silinir gider diye sorduktan sonra demiş ki:) "Bunu ilk kez yayınladıktan sonra grubun basçısı bana yazdı ve dedi ki, albümün çıkışından hemen sonra, grubun o sırada 17 yaşında olan [oha! hayata küsmek için bi sebep daha] gitarcısı ve şarkı yazarı esrar bulundurmaktan tutuklanmış. 1970, Alabama. Ciddi bi şey. Bu kadar. Grubun sonu"*. Yazık ulan.

Geçenlerde Dizzy'de hep beraber otururken, Olgu bir uçak maketiyle çıkıp gelmişti oraya, bunun muhabbeti yapılırken ben de demiştim ki, ben de çok hevesliyim aslında bu maket işine, özellikle gemilere, ama girmek istemiyorum çünkü biliyorum ki ben böyle bana çok haz veren şeylere girdiğimde çıkamıyorum, başka bişeyle ilgilenmez oluyorum. Dalmak da böyle bi şey, alperle sevinç ne kadar ısrar etmişlerdi, o işe girmememin tek sebebi çok seveceğimi biliyor olmak. Yok be demişlerdi masadakiler, iyi oluyo böyle, iş yaparken ara sıra kafanı dağıtacak şeyler. Ben de dedim ki, evet işte tam olarak, sorun şu ki onlardan bende bolca var. Emin olun, benim şu hayatta sıkıntısını çekmediğim bi şey varsa, o da kafamı dağıtacak bişi bulmak, o kadar çok var ki bunlardan, pek çoğunu ihmal ediyorum. Maksat yapmam gerekeni değil de bana haz vereni yapmak olsun, onlardan bana hayatımı kazandırana sıra gelmiyor ki. Buraya ilk geldiğimde go'ya sarmıştım mesela yine. Sonra? Pıf. Aylardır oynamıyorum. Tekrar heves ettiğimde ign'de 19 kyu'dan 10 civarına tekrar yükselmem gerekecek. Şifremi bile hatırlamıyorum ki. Araya gitar giriyor, yok T. S. Eliot giriyor. Şimdi de müzik blogları işte, tekrar. Geçen kış her gün 3-5 saatim aralarında dolanarak geçmişti. Şimdi tekrar. Ne çok birikmiş, oh, nasıl iştah açıcı, nasıl heyecan verici.

Bi grup işle, hiçbirisinde profesyonelleşmeye zerre kadar heves etmeden, hepsiyle sınırlı dönemlerde sınırsız bir tutkuyla ilgilenen bi insana yönelik bir kariyer çizgisine ihtiyaç var. Oğlumuz ne iş yapar? Efenim ben 10-15 kadar konuda çok güzel muhabbet ederim. Englişlerin bu mealde bi deyişleri var di mi, jack of all habbits master of none diye. Belki azıcık kasıp kuramsallaştırmalı bu pozisyonu. Ben varoluşumu tek bir perspektife indirmeyi reddediyorum, ve dünyadan bu halimle beni ve benim gibi insanları beslemesini talep ediyorum, diye. Bu dünyada bununla karnımı doyurmak için bunun kitabını yazmam ve seminerlerini falan vermem gerek. O da işte vişıs sörkıl. Gerçi niye şikayet ediyorum ki, akademisyenim işte ben. Şu tezi bitirip rüştümü ispatlasam sonra kim tutar beni, otur bi "go and design" yaz, sonra otur "progressive rock and modernism" yaz. falan. dünya da seni beslesin di mi. di. diil yani. akıllılarının "türban takma özgürlüğü"nü tartıştıkları bir ülkede, allaaşkına, kimi kandırıcaz. e hollandada kalalım o zaman. bambaşka bi yer di mi: iktidardaki partinin adını alabilir miyim? "hıristiyan demokratlar". yes. ho ho ho.

Giriş, gelişme, sonuç hep birbirine girdi di mi. Şunu demeye çalışıyordum; müzik bloglarına sardım yani son zaman, tekrar. İki birbirinden çekici izlek var orda; biri sonsuz keşifler dünyası. zamanında bi tane albüm yapıp kaybolmuş alabamalı, alman, isveç gruplar. Japonya'dan, Çekoslavakya'dan, 70lerin jazz-rock grupları (hata deil, gençce olanlar için, böyle bir ülke vardı bir zaman; Çekoslavakya), özbekistan'dan progressive, özbekistan'dan. (bu bana sürpriz deil tabi, ben, mesela, azeri yuhuu'yu -böle mi yazılıyodu?- dinlemiştim çok önce. sovyet deneyiminin berlin duvarından ibaret olmadığını biliyorum yani.)

İkinci yol, zamanında kıçımızı yırtıp bulduumuz ama kaset teknolojisi outdated olduğundan beri duymadığımız albümlerin peşine düşmek. Buna bazı anahtar şarkılarla başlamıştım zamanında; temple of the king (kim 16-17 yaşını onsuz geçirmiştir ki), cream, strange brew; direk italya 98 yazı geliyor, lennon how do you sleep at night, normal stüdyo versiyonu deil, şu nefis slide gitarlar olan; dikmen, 3. sınıf proje teslimi. sabaha kadar, bi bu şarkı, çevir arkada "working class hero", tekrar çevir arkada bu. (kasetle ilgili böyle gıcık bişi vardı. sonraki şarkıya istediğin gibi geçemiyodun. ileri sarmak gerekiyordu, zaman alıyordu. daha kötüsü, mesela, lisede etüt akşamlarında, walkman zamanlarında, pil yiyordu. o yüzden kaset çıkarılır, kaleme takılır ve elde böle sallaya sallaya çevrilip sarılırdı:))) Dylan, Sarah ve Hurricane, aslında Desire'ın tamamı; lise iki, yatakhanede pencerenin yanındaki yatakta olduğum zaman. bi de tabi, grateful dead, blues for allah. o benim çok uzun zaman tek dead albümümdü, ki hala en sevilenidir. Bahar albümüydü benim için, ne zaman nisan mayıs olur, ben blues for allah'ı çıkarırım. Özellikle Help on the Way. Ne şarkıdır ya..

İnternet dünyası hızlı paylaşıma açık olmaya başladığından beri bunları topluyorum. Ve diğer yeni şeyleri; müziğe ulaşmak bi tatlı, bu müziği bu kadar sevmiş, bunu bu kadar önemsemiş başka insanlara ulaşıyor olmak başka bir tatlı. Aracısız, çıkarsız iletişim. hep diyorum, sosyalizm internette geldi, sadece daha kimse farkında diil.

PLAYLIST:

1) Felt'ten bir şarkı daha, Now She's Gone.

2) Eloy'un Power and Passion'ı peşine düşülmüş, kaset zamanlarından beri dinlenmemiş albümlerden birisi. Eloy, Almanlar'ın 70'ler progressive'ine büyük katkısı 'krautrock' gruplarından. Krautrock'ın bizim 17 yaş dünyamıza girebilmiş 1-2 grubundan biridir. Çok da hastası diildik (e king crimson'ı adım adım keşfettiğimiz bi dönemde takdir edilir ki Eloy'a pek sıra gelmiyor.) "1-2 eloy albümünü dinleyince hepsini dinlemiş gibi oluyorsun" derdik, haksız da sayılmazdı. Ama dinlemiş bulunduklarımızı da hep sevdik. Çok becerikli, çok çığır açıcı değiller ama hep çok samimiler. En güzelini, tam olarak kastettiğimi George Stariston demiş (http://starling.rinet.ru/music/eloy.htm#Inside):
"I was very much tempted to dismiss these guys as an inferior take on their prog predecessors with twice as much pretention and ten times as less talent. But eventually, they do get under your skin - maybe it's the production, or that weird accent, or hell, maybe it's just the fact that they actually write good melodies. Or maybe just the fact that they find the best bits to steal? Or maybe because they have the audacity to combine so many different elements from so many different prog sub-styles? But most probably, it's just because they are goal-oriented and adequate: they stick in with their interpretation of 'astral rock', and it works. There's subtlety and there's energy, there's enough diversity and atmosphere - heck, what else does one need? Fish and chips? I have a slightly similar reaction to Hawkwind: it's all very stupid and cartoonish, but even stupid cartoons can come with a 'plus' mark provided their author has some sort of vision."
Bu albüm bana Ayvalık'taki hep beraber tatilimizdir, liseyi yeni bitirdiğimiz yaz, Kaplan'ların yazlığının terasında , bu şarkı çalıyorken, yıldızların sürekli aynı tarafa ama hiç bitmeyen ve başa da dönmeyen imkansız kayışlarıdır. (Melih blog okumaz zannımca, Anıl sen okuduğunda hatırlat bunu lütfen ona.) (Burda verilen referans bi yandan elbette o Ayvalık tatilinde tüketilen biraya, ama bi yandan da şarkının kendisine; onun o ara bölümünün, tek bir akorun sürekli kendi üstüne yıkıldığı hipnotik kısıma.)

3) Eloy'un (ve mesela Camel'in) bu melodik tarzı bize hep çok tanıdık gelir. İlk ve otomatik tepki orda bu coğrafyadan bazı izler bulmaktır, ama bu yanlış, dahası haksız. Bu insanlar, etnik ya da coğrafi öğrenmişliğin kolaycılığının ötesinde, evrensel bir yeni adımı arıyorlardı müziklerinde, bu yer'le değil, zamanla ilgili bir şey; 70'lerle. Pirana'nın (yine 70'lerden Avustralya'dan bir grup) bu şarkısı, türkçe sözlerle ve azıcık farklı bir vokal tarzıyla çok kolayca bir Cem Karaca şarkısı olabilir. Ama bu Pirana'yı bir "Anadolu Rock" grubu yapmaz (ki çok talihsiz bir isimdir, bence kaçırılmış bir şansa işaret eder) (öte yandan Pirana adamalarının haritada Anadolu'yu gösterebileceklerinden emin diilim), tersine Cem Karaca'yı ve onunla çalışmış müzisyenleri (özellikle de onları) zamanlarını iyi koklamış müzisyenler yapar.

(Bu arada nasıl muhteşem güçlü bir klavyedir di mi. Benim kuşağım, herhalde büyük oranda, 12-14 yaşını heavy metal dinleyerek geçirmiştir, bu yüzden de gitarın aksine, kocaman yepyeni bir dünya olmuştu bizim için bu zamanında. 15 yaşımda ilk kez bir Deep Purple şarkısının beni çektiği zamanları hatırlarım, bi dakka ya bambaşka bişii var burda olmuştum. (Child in Time tabi ki, başkası olabilir mi) John Lord'dan, Hammond'un, Ray Manzarek'ten, Fender Rhodes'un birer enstrüman olmaya terfi etmiş markalar olduğunu öğrendim metalci bi çocuk olarak. Mellotron'u ise Crimson'dan önce Stairway to Heaven'da duymuştum ama flüt sanmıştım. (Bi iki yıl sonra Moğollar'ın muhteşem Murat Ses'ini dinlemiştim. Leman'ın (o zaman daha Limon muydu?) "Moğollar tekrar birleşsin konser versin" kampanyası için Eskişehir Fen Lisesi'nden 70 küsür ilgili ilgisiz kişiyi biz örgütlemiştik, gönderdiğimiz mektupla dergide imzaların yayınlandığı köşede fazladan bir vurguyla biz yayınlanmıştık. Sonra da o "bişey yapmalı hey, bişey yapmalı ho!" rezaletinden en çok ben utanmıştım. Artık New Age tarzı şeylerle ilgilenen Murat Ses bu yeniden birleşme için yaşadığı Viyana'dan "beni arayan olmadı" diyordu. Yuh! O aleti bu ülkede o kadar güzel döven, bi sonraki jazzcılar olmuştur herhalde.) Klavyeyle biraz geç tanışmıştık yani, ve bizim suçumuz değildi. Hala durum bu. Rage Against the Machine'in falan çağı bu; bir gitardan çıkabilecek en sentetik sesleri, çalacak ilginç bişii olmayışını kamufle etmek için kullanan Morello gibi bi adamın albüm kapağına göğsünü gere gere "müziğimizde asla synthesizer kullanmayız biz" yazdığı garip zamanlar. Hammond ve Rhodes şimdi Jazz'la özdeşleşen şeyler. Yazık.) (Tüm bu bir milyon parantez için özür, çenem düştü iyi mi.)

4) Ram bugünün keşfiydi. Onlar da 1 tane müthiş albüm yapıp silinip gitmiş gruplardan. Benim için hep eksikliğini duyduğum bir birleşimi doyuruyorlar; kıta avrupasının eklektik kompozisyon biçimleriyle öbür tarafın expresyonist gitaristlerinin, özellikle de Hendrix'in birleşimi. (Eloy, Camel, Yes, ELP gibi devlerde olamayan şey. Crimson'da tabi ki olan şey, laf Fripp'e gelecek.) Size şu bloglarda dolanırken ezbere güvenilebilecek bir formül; eğer bir prog grubun (ingiliz olsun, krautrock olsun, amerikan olsun, hatta italyan olsun) gitaristindeki hendrix etkisinden bahsediliyorsa o albümü direk indirin. Fripp gibi bir büyük usta bile, verdiği seminerlerden birinde bi yığın kuramsal şeyden bahsettikten sonra diyordu ki, "hepsi bir yana, Purple Haze'in ilk rifflerini duyduğum an içimi saran heyecan başka." (Sonra da, "lafını etmişken, azıcık çalasım geldi" diyip gitarı alıyor ve purple haze üzerine azıcık doğaçlıyor. Öyle bir seminer.) (Bu arada şarkıdaki flüt soloya dikkat. Biraz kısa kesiliyor ne yazık.)

5) Help on the Way. Oradan da dosdoğru Slipknot. (Aslında ordan da doğruca Franklin's Tower, ama yanlış hatırlamıyosam bu kayıt orda kesiyor) Fazla lafa gerek yok. Hiç kimse böyle kolayca, böyle çabasız, neredeyse kendiliğinden, rock'dan jazz'a, progressive'e, psychedelic'e, ordan kolaycana country'ye geçip de bunu sıkıntısız, zorlama, hibridleşme hissettirmeden paketleyemez. Bu çalan Dead müziğidir ve Dead'den sonra "bizim müziğimizin bir tarzı yok, illa isim koymak gerekirse bu x grubunun tarzıdır" demiş bulunan tüm yeni yetmelerin yaptığı sadece çocuk müziğidir. (Jerry Garcia bir söyleşisinde -Dead sonrası zamanında- "12 insan ömrüne yetecek malzeme var elimde" diyordu, ve laf olsun diye söylediğini hiç sanmıyorum, ve o bile ölüp gitti, yani mağrur olun çocuklar).

Off. Niye böyle yazmayı bitiremiyorum? Çünkü oturup tezimi yazmam gerek. Budur yani..



*(Felt hakkında) 8 DAYS IN APRIL - VINTAGE PSYCHEDELIC PROGRESSIVE AND KRAUTROCK'tan:

"Superb turn of the decade rock from Alabama USA. Melodic Floyd-like progressive flourishes but with blistering acid guitar, soulful vocals and shimmering keyboards. Crashing riffs and peaceful waves abound. I was hooked from the opening bars of the beautiful "Look At The Sun" and this thing held my attention until the very end. How can somebody make an album this good and just disappear? Were they chewed up by a heartless music industry, was there a personal tragedy, or, artistic vision realized, did they just move on?

Edit: After I posted this way back in 2005, I got an e-mail from the bass player who told me that shortly after the album was recorded the guitarist and main songwriter, who was only 17 (!), was busted for pot. In early 1970's Alabama this was probably a pretty serious thing. End of the band."

5 yorum:

Umut DURAK dedi ki...

Gene bu blog işinin faydaları ile başlayacağım söze. Ben Eskişehir'de sen Deft, Tolga İzmir,de, Ernur'dan hala ses yok. Sohbet ediyor gibiyiz, uzun uzun. Bu blog işi de 10-15 işten bir oldu. Okuyoruz, yazıyoruz derken öğlen oluveriyor. Ha bu arada hep hissettiğim master of non akademik durumumuzla da pek çelişmektedir ki o da ap ayrı bir durum. Bazen onu da düşünüyorum. Bu doktorayı da "jack of academic life" olsun diye mi yaptım diye? Dün burada hazır da zaman varken dedim kendi kendime, az satranç okusam ve belgesel seyretsem.Üstüne bu sabah bu yazıyı okuyunca ayrı bir güldüm. Kal sağlıcakla cancazım.

Sevinç dedi ki...

Comment bırakalım bırakalım da hangi noktaya bırakalım yaw:) bir dalmışsın başka bi denizden çıkmışsın kardişimmmm:)
Sen şimdi diyosun ya 10 15 konuda süper muhabbet yapabilirim... Ben de niye ikimiz üçümüz bir aradayken neden bir bilemedin iki konudan üste çıkamıyoruz:)
Bi de okurken aklıma geldi sen bölüm değiştirsen, şöyle özel üniversitelerde türkiye'de ya da buralarda bi yerde müzik ve sosyoloji gibim, rock tarihi gibim gibim bi dersler versennn ne güzel olurr diye:) Herkes ilgi alanlarını üretebilse sıkıntı kalmayacak işte...

Sevinç dedi ki...

Yanlış anlama yaptığım için özür diliyorum... Evet yazık sana:) hayat beyaaa!
Benim sayfaya yaptığın yorumu okumayanlar için buradan da hatırlatıcı bir cevap vereyim: ben senin seçtiğin güzel müzikleri dinlemek istiyorum ama okuduğum anda bunu yapacak uygun zamanlama olmuyo, sonra da unutuluyo, ama şu anda dinliyorum, farkettim ki aynı anda dinlenebiliniyo:) "Now she's gone", güzelmiş, pink floydumsu...

r dedi ki...

bana sorulmamış olabilir ama şahsen ben şarkıları beğeniyorum ve devam diyorum..:)

b dedi ki...

sorulmaz olur mu canim, tum blog ailemize yonelik tabi.. notengolugar da rabia'dan sik sik atladigim, zevklen de okuduum bi blogdur, yalan yok..:)