25 Mayıs 2008 Pazar

Öncelikle;
Ankara'nın bebekleri ikidir iki! Güneş bebek de geldi, keyfolduk. Lakin, dostlar, fotoğraf gerek el memlekettekilere, hadi bi zahmet. Bi zahmet.

Sonracıma;
Cuma gecesi, The Hague Jazz.. Akşam 6dan gece 2ye 10 kadar sahnede 30 küsür grup. Hem de öle böle diil. Şöle açıkliim:


Bazı şanssızlıklar oldu tabi; Hiromi çok hoştu (pianoda acaip velet bi japon kız, gayet iyi fusion) ona takıldım Mike Stern kaçtı, Truffaz'la Stanley Clarke çakışıyodu, ööle dinleyici olmak yetmez bazen fan olmak gerek dedim Truffaz'ı seçtim, Clarke kaçtı, falan. Sonuçta ordan oraya koştum bütün gece. Gece 2'de haliyle tramvay bitmişti istasyona kadar yürümek zorunda kaldım, olsun. İstasyonda Delft treni film gibi parmaklarımın arasından kaçtı, 3:41 trenine kadar bekledim, olsun.

15 Mayıs 2008 Perşembe

Şimdi buradayım,


şimdi yokum...

Hayat.. geçen haftaki 'yerleşiyor hissetme' paragrafından sonra, olana bak. 13 Mayıs salı günü, yine üç güne uzayan bir haftasonu tatili dönüşü, koca mimarlık fakültesi binası çıra gibi yandı. Üst katı basan suyun 6. kattaki kahve makinasında elektrik kontağına yol açması sonucu 9 gibi başlayan yangın bir türlü söndürülemedi ve 6-7 saat içinde bütün binayı sardı. (Bir kaç ay önce değiştirmişlerdi o makinaları, en başından cenabettiler zaten, öğrencilerle bizim aramıza fitne soktu o makinalar. Eski makinalardan beleş kahve alabiliyordu öğrenciler de, bunlardan sadece biz. Sağda solda unutulan staff kampüs kartları geri gelmemeye başladı sonra.) Akşam yanlış hatırlamıyorsam 5-6 gibi, artık sönmüştür herhalde diye düşünürken Alper beni evden arayıp bizim kanadın çöktüğünü söyledi. Binanın çöken çeyreği, Emre hariç, hepimizin ofislerinin olduğu koridordu. 5. katta ben, Tania, Fransisca, Augustina; 6. katta Jose, İrem, Wei Chan, Bige, İpek; 7. katta Alper, 9. katta Olgu, Ekim, Egbert, Ali Hoca, 11de Esra. Hepimiz o kanattaydık. Hoş, binanın ayakta kalan kısmında da bişey kalmadı ya. Hiç yaralı yok bereket. Kesin durumu daha kimse bilmiyo ama kayıp korkunç; kütüphanede, arşivlerde, hocaların odalarında onbinlerce kitap, çizim, slayt, harita. Bir yerlerde orjinal Rietveld ve Corbusier sandalyeleri duruyormuş, bir sergi için. Ali Hoca'nın 500 civarı kitabı hep ofisindeymiş. En acısı da, emeğe gelen. Pek çok doktora öğrencisi ve araştırmacı acı bir şekilde öğrendi ki, hepsi aynı odada duran 2-3 kopya back-up değildir.
Benim bir kaybım olmadı, ofisteki bilgisayardaki her şey evde yedekliydi. 3-4 kitap sadece.
Ama kayıp hissi, işte, oluyo yine. 8 aydır zamanımın yarısı orda geçiyordu. Garip.

Başka anlatacaklar vardı halbuki.. Oude Kirk'te, eski kilisenin karşısındaki Yunan lokantasındaki nefis yemek. Haftasonu plaj macerası, Kuzey Denizi'ne girmek (ve aynen çıkmak). Vesaire. Hayat.

edit: Gazeteler itfaiyecilerin Rietveld ve Corbusier sandalyelerini kurtardığını yazıyor. Bari.

6 Mayıs 2008 Salı

Bahar geldi buralara! (Ya da yaz belki, hollandalılar anında askılı-şort-parmakarasıterlik'e geçtiklerine göre görüp göreceğimiz sıcak bu herhal.) Uzun güzelim bisiklet gezilerine sonbaharda kaldıımız yerden devam o halde:)


Bi dizi tatil. 30 nisan, kraliçenin doğum günü (bunun diil, annesinin. ölü olanın doğum gününü kutluyorlar), 1 Mayıs (insan gibi 1 mayıs, bizdeki gibi cop kaşıntısını giderme ve insanlar tarafından yönetilmediimizi hatırlama bayramı diil), sonra 4 mayıs, 2. dünya savaşında ölen hollandalıları anma günü (schindler listten hayat güzeldire ne kadar anti-nazi filmi varsa gösterdiler tvde), 5 mayıs da mahiyetini tam kavrayamadığım bi dini bayram..

Kraliçe gününü Alperlerle amsterdamda diil delft'te geçirdim. güzeldi buralar da, yine bi yığın bit pazarı, her sokak ve meydanda sahneler, arka arkaya konserler, insan seli, bira. koca bi kent hep beraber eğlenebiliyo bu insanlar, hatta o gün, koca ülke, tek tek her kent.


Başka; Dave Douglas Quintet'i dinledim. Dünya çapında möhim bir jazz adamı Rotterdam'da küçücük bi salondaydı, ve o salonun da yarısı boştu. Konser muhteşemdi, dolu dolu müzik işte. sadece dedim, bi gitar lazımdı, yokluğunu hissettim ben, gıcık Jose de dedi ki, evet ben onları lizbonda bill frisell ile birlikte dinlemiştim, haklısın. (gıcık, çünkü hep böle, kimin adını ansam, he evet ben onları şu yıl şurda dinledim, şunları 3 kez dinledim, bunları 5 kez. kıskanıyo insan.)

8 ay oldu buraya göçeli. artık bir yerleşme hissi oluşuyor yavaştan. bişeyler alıyorum kendime, ihtiyaçlar, eşya (;şeyler). amfi aldım gitara, kolon aldım bilgisayara, yeni bir kitaplık oluşmakta (ama yaşlılık işte, yeni kitaplardan çok ankaradakilerin ingilizceleri bunlar). sonra başka işaretler var; kimseyle sözleşmeden buluşmak her zamanki yerlerde, her öğle yemekten sonra kahve içmeye gittiğimiz yerdeki kızın biz bişey söylemeden "1 espresso, 1 regular, right?" demesi, tam "sigara alacaktım ama kalmamış herhalde" diyip çıkarken ben, ispanyol bakkalın "seninki gauloisesdı di mi" diyip tezgah altından bir tane çıkarması. falan. güzel şeyler bunlar.


Bir de doğum günüsü geçti:) Alper ve Sevinç'in Beestenmarkt'ta apple pie üstü mum sürprizi:) Yurtta internet sorunu, hiçbir yere bağlanamayıp sadece skype çalışıyorken özgemin bana skypetan facebookdaki eş dost mesajlarını okuyuşu:)


Müzik; şu aralar dönüp duran Gentle Giant. Özellikle 70den ilk albümleri. Bu albümle ilgili çok sevdiğim şeylerden biri kapağı olmuştur her zaman. Bir kapak grubun (ve o albümün) adına ve müziğe bu kadar yakışır. Hem de nasıl sevimli, nasıl sevimli:)