12 Ekim 2007 Cuma


Asterix hayranları hareketi iyi bilirler. Obelix işaret parmağıyla kafasına "toc-toc-toc" şeklinde vurur ve der ki: "these Romans are crazy". (pekala, benim Asterix kültürüm Balıkesir Sırrı Yırcalı Anadolu Lisesi'nin kütüphanesindeki -gayet de zengin- ingilizce Asterix külliyatına dayanır. O yüzden "tak-tak-tak" değil "toc-toc-toc" ve saire. Dilde yozlaşma falan diye köklerimi inkar edecek değilim. Siz bana matematiği feni ingilizce öğrettiniz, yani, hayret bi şii.) (Bu arada Obelix olan Gerard Depardieu sinemada gördüğümüz en muhteşem şeylerden birisi değil midir? Yani, bu adam çok ağır rolleri de oynadı, ama ben mesela Marlon Brando'yu Obelix olarak düşünemiyorum, ben onu sadece ağır rollerde gördüm. Bu oyunculukta bir gömlek öte bişey midir. Bilmiyorum. Sinemadan anlamam.) Çeşitli maceralarda bunun "these egyptians are crazy", "these britons are crazy" çeşitlemeleri vardır. (versiyon yazıp sonra silip çeşitleme yazıyorum ama naaber.) Hollandalılardan bahsediyorum. Ve onlar turkü nasıl kolay genelliyorsa öyle kolay genelliyorum; "bu kuzeyliler are crazy".

Aslında burda bir çeşit ters yüz edilmiş bir metafor söz konusu. Yani Obelix kuzeyliydi, romalılar akdenizliydi. Ama o zaman durumlar da şu ankine göre gayet ters yüzdü; Roma; Akdeniz medeniyetti, kuzeyliler barbardı. Şu an, en az beş yüz yıldır kusacak kadar zengin kuzeylilerden bahsediyoruz. Şunu söylemeye çalışıyorum, abi, bi acaipler.

En köklü gurur kaynakları güvenilirlikleri olan bir ulus, tarih boyunca bunu pazarlamışlar ve bununla zengin olmuşlar. Gayet anlaşılır, bir o kadar zamandır bu adamlar doğaya karşı bizim tam olarak kavrayamayacağımız bir mücadele içinde yaşıyorlar, yani deniz kıyısında olup deniz seviyesinin altında olan topraklarda; disiplin tek varoluş biçimleri olmalı, başka yolu yok. Ama yine de. İstasyondaki platformda trenin 14:37'de geleceği yazıyorsa ve 14:38'de tren daha ortada yoksa suratı asılan bir millet. Öğle tatilinde yemeğini yedikten sonra "iyi çalışmalar" diyip zart diye ofislerine çekilen insanlar, "e kahve?" diye kalıyorsun asansörün önünde. (Behruz Çinici, bizim ODTÜ'deki fakülteyi tasarlarken bir çeşit vecd halinda olmuş olmalı, tüm binada kahve/çay-sigara yapıp muhabbet edilecek m2'nin gerçekten iş yapılan m2'ye oranı neredeyse 1'dir.) Öğle yemeğinden anladıkları zaten iki parça ekmek arasında bir parça peynir ya da dışı kroket gibi görünen ama içi vıcık vıcık bişey, ya da çok ağır kokulu her bi şeyi suya at karıştır bir çorba. (Daha önce ingilizler için de söylenmiş olduğu gibi, Lord have mercy on the people here for the terrible food these people must eat.) Bizim oranın sandviçlerini özleyeceğim aklımın ucundan geçmezdi, ama o tavuğun/köftenin/dönerin yanındaki marul yaprağı, turşu, domates, rus salatası, mayonez vs. burada ayrıca öğünden sayılıyor. Sosyal binanın yemekleri mevzuunu hiç açmıyorum, açan da noolsun.

Emre'nin anlattığı: burda insanlara "bi ara beraber bi kahve içelim" dersin ve defterlerini açıp "önümüzdeki ay 15iyle 18i arası uygun, olur" derler. Çocukcaızın alt katına Meksikalı erasmus öğrencileri taşınmış, bi akşam merdivende karşılaştıklarında "pasta yaptık gelsene beraber yiyelim" demişler de adamın gözleri dolmuş, allaam, normal insanlar, nihayet, diye. Burada Akdenizliler çok çabuk kaynaşıyoruz zaten, Portekizliler, İspanyollar, italyanlar. Haftalar önce bir ortamda arkadaşın arkadaşının arkadaşı olarak tanıştırıldığım insanlar fakültede bana öyle içten selamlar veriyorlar ki, adamlar özlemişler, belli..

İlk geldiğim zamanlar çınarlı meydanda (ki bu kentin en güzel yerlerinden biri ayrıca yazmak gerek) otururken garson elinden tepsiyi kaydırdı, bardak düştü kırıldı, herkes o tarafa döndü baktı falan, yıllardır buralarda olan ekip dalga geçti ; "artık kesin gazetelerde yazar" diye. Öyle bir yer. İnanın bana, bu kuzeyliler are crazy...

Aslında gayet öznel şeylerden bahsediyoruz. Geçen haftasonu ODTÜ'den hocalarımızla yemek yerken ve tam olarak bu konu konuşuluyorken, mesele Alper'in eninde sonunda bu calvinist disipline ayak uydurabileceğine geldi. Sonra bana dönüp "Bilge ise..." dediler, "bilge'nin hiç alakası yok, biz bilgeyi Küba'ya gönderelim". İyi bişey mi dediler kötü bişey mi bilemedim..


Müzik: Santana, Borbeletta'dan Mirage. Santana'nın kocayıp da maskara olmadan önce Santana olduğu zamanlardan.

Hiç yorum yok: