Orrayt, o halde ilk notlar:
Yolculuğu Ankara - Sabiha Gökçen - Amsterdam olarak planlamıştım ama Schipol’de uçak-kapı arasını da ayrı bir ayak olarak düşünmek gerekirmiş, git git bitmedi.
Ferruh beni Amsterdam’dan alıp Utrecht’te eve götürdükten ve sonra sabah Delft’e bıraktıktan sonra Hollanda ile ilgili ilk izlenimim bütün ülkenin devasa tek bir şehir olduğu. Bu, sonraki bazı bürokratik işler için trenle Rijswijk’e, den Haag’a ve en son Alper’le Rotterdam’a gittikten sonra güçlendi. Bunlar güya şehirlerarası mesafeler, ama trenle ulasim pek rahat ve hizli.
(Yurt; Sebastiaansbrug, Zusterlaan. Tam eski kentle universite arasında, çok iyi)
Delft çok şirin bir kentcik. Çok sirin, çok çok çoook şirin, ki bu zamanla bizim akdeniz kanımız için bir sıkıntı haline gelebilir, görücez. Sakin, huzurlu. Kanallar, köprüler, nilüferler, ördekler, kuğular. Akşam 7den sonra tamamen sessizleşiveriyor, el ayak çekiliyor. Üniversite de rahat, mutlu bir yere benziyor, en azından buradakiler memnun. ODTÜ’den göçen kominitenin, özellikle de orada asistanlık yapmış olanların dua eder gibi sık sık söyledikleri üzere; “burada cok güzel tez yazılır”. Görücez, görücez…
Eski kentin çok hoş bir dokusu var. Her sokak, her köşe, her taş pek bir nezih, pek bir tatlı. Kampüs (aslında bu ağız alışkanlığı, bu kesinlikle kampüs değil, bir cadde daha çok, nerde ODTÜ’nun kampüsü, onun gibisi yok) ve diğer bölgeler de pek düzgün. Damağımdaki mimar ukalalığı cık-cık-cık bölgesinin paslanma ihtimali var. Bu bütün Hollanda için geçerli tabi, yapıları her zaman çok heyecan verici değil, ama her zaman çok temiz, çok iyi inşa edilmiş. Hapşırdıkları zaman iyi bina çıkarıyorlar gibi bir izlenim var.
Ve bisikletler. Müthiş güzel, çok bilinçli bir şekilde planlanıp teşvik edilmiş ve çok iyi işleyen bir bisiklet kullanımı var. Bisikletlerin ayrı yolları, ayrı trafik lambaları, park yerleri, kendi rutinleri, gelenekleri, ciddi öncelikleri ve bir etiği var ve tüm kentin havasını belirgin bir şekilde etkiliyorlar. Her zaman her yere yürümüşümdür ve yürümekten hiç gocunmam, ama hayatım boyunca hiç buraya ilk gelişimden bisikletimi alışıma kadar geçen zamandaki kadar ‘yayan’ hissetmemiştim. Çocukluğu bisiklet tepesinde geçmiş ve sonrasında bunu hep özlemiş bir insan olarak gözüm döndü, aralarına karışıvermek için sabırsızlandım, ve tüm “çok para verme eninde sonunda çalınacak” uyarılarına rağmen dayanamayıp güzelcene de bir bisiklet aldım. Şimdi akşam eve dönüşte turuncu bisiklet yolunda lambadaki kırmızı bisiklet yandığında onlarca başka bisikletle birlikte beklerken pek bir şenim.
(İstasyonun önündeki bisiklet parkı. Çok para verdiğin bisikletini sağlam bi yere bağlayayım endişesindeysen park yeri sıkıntısı olabiliyor.)
Böyle bir kentte turist değil de yerleşik olmak da pek bir keyif verdi. Akşam vakti yeni kilisenin meydanında oturup pancake yerken görülebilecek her şeyi kısa zamanda görüp kaydetmek için telaşlanmıyor olmak çok güzel. İtalya ve Macaristan’dan sonra katedral gördüğüm zaman refleksim koşa koşa her yerini gezip fotoğraflarını çekip eskizlerini yapmak haline gelmişti, ama şimdi sakin sakin bakıyoruz birbirimize, acelemiz yok, zamanla tanışıp anlaşıcaz.
(Nieuwe Kerk; Yeni Kilise ve meydan)
Utrecht daha büyük, çok daha canlı bir kent. Sokak yaşamı çok daha hareketli. Koro bölümüyle kulesinin arası çökmüş ve yok olmuş katedrali ilginç, şimdi çok hoş bir meydan haline gelmiş orta bölüm. Gittiğim gün bir konser vardı orda. Bu adamlar public space işini çok iyi biliyorlar.
(Utrecht; Dom)
Den Haag’da uzaktan komik postmodern yüksek binalar gördüm, ama olur artık o kadar. Oud’unkilere benzeyen 30larin havasindaki sıra evler benim için daha heyecan vericiydi. Simdi tamamen göçmenlerin böyle yerler. Alper de Delft’te böyle bir super-blockta kalıyor. Muhit biraz güvenlik endişesi veriyor ama modern mimarlik tarihini Türkiye’de öğrenmiş bizim gibi insanlar için ilginç deneyimler bunlar, roman kahramanlarıyla tanışmak gibi.
(Alper'inki bu değil, arkada görülenlerden, ama ortam bu.)
Rotterdam’a ilk sefer için tamamen gezi-dışı amaçlarla gittik. Ama iki iş arasındaki zamanda vakit geçirmek icin yürürken tamamen haritasız ve bilinçsiz bir şekilde kendimizi NAI’nin önünde bulmak komik oldu, nasıl bir içgüdüyse bu.. E gelmişken Kunsthal'e de bir uğradık. Daha planlı ve maksatlı bir gezi sonra.
(NAI; Netherlands Architecture Institute. Rotterdam'a ilk gelişimiz ve ayaklarımızın bizi bilinçsizce götürdüğü yere bak; Mimarlar Odası!!)