Ama en gıcıklarından başlamak gerekmez elbet. Hatta onların isimlerini bile anmasaydık iyiydi. Hallolmuş deiller zaten daha, bugünün tamamını misal, Hoofddorp'daki IND ile Rijswijk'daki IND arasındaki iletişimsizlikten kaynaklanan bir sorunu halletmeye çalışarak geçirdim. IND ile, belediye ile ve okuldaki personel bürosuyla bi yığın konuşma yaptım ve bi yığın yanlış anlamadan ve tekrar açıklamadan sonra elime geçen buralarda yaşayıp da bürokrasiyle yüz göz olan herkesin çok iyi bildiği aynı tavsiye oldu; "wait for 3 to 4 days, then.." Pıff.
Daha güzelinden konuşalım o halde; burada bir evimiz var artık. Bu da baya sıkıntılı oldu aslında, çünkü ben "Delftte yaşamaya devam etmek istiyorum" diye tutturdum uzun süre. Haftalar geçip de keyfim/kesem optimizasyonunda bir evin Delft'ten çıkma ihtimalinin zavallılığı netleşince, ve beni yurtta kapının önüne koyacakları günler bir elin parmakları seviyesine inince gidip Rotterdam'dan Özge'yle kararlaştırdığımız üst sınırdaki en gönlümüze göre olan evi tutuverdim. (Bu arada Delft'te öyle bir evi ucu ucuna kaçırdım ki, anlatmak bile istemem. Rüya gibi olacaktı, ah ulan.) Neyse ki pek çok meziyeti var tuttuğum evin, geniş, rahat, temiz, şirin (kapının önünden geçen bi kanalı bile var, ki önemli bi kriterdi benim için, illa ki Dutch bi şey olması içinde), merkeze çok yakın, istasyona bisikletle beş dakika, pencerelerimden biri büyük meydanın kilisesinin kulesini çerçeveliyor, içinde beyaz eşyası var, vs. İlk masrafları iliğimi kuruttu ama sorun deil, ilk defa parasız kalmıyorum.
Evde duran bi iki ufak parça dışında, "Ikea sen bizim herşeyimizsin" şiarıyla gidip olmazsa olmazların en ucuzlarını aldım, ama fazla hiç bi şey almadım, çünkü sevdiim gelecek, ilk evimizi birlikte döşeyecez:) Şimdilik budur:
Geçen hafta, yurttan çıktıktan sonra ve bu eve taşınmadan önce (nasıl diye sormayın, bütün eşyaların bir kaç defa farklı yerlere taşınmasını gerektirdi) Belçika'ya gittim ISCH konferansına. Pek bi bayıldım o ülkeye de. Konferans Ghent'teydi, ama ben sunuşlardan kaçıp kaçıp bir günü Brugge'de bir günü de Antwerp'de geçirmeyi becerdim. Üçü de çok güzel kentler. "Cennet vatanım"a dönmeden önce azıcık da buralarda mı zaman geçirsek diye düşünüyordum ki, konferansta tanıştığım insanlardan birinden Budepeşte'yle ilgili bi öneri geldi. Yıllar önce bi on gün geçirmiştim orda da, o da başka bi güzellik. Neyse, hele şu düşük ülkeyle işim bi bitsin de.
Sırasıyla; Ghent, Brugge, Antwerp. Çok güzel Orta Çağ bu kentlerin hepsi, diyodum ki, o Orta Çağ binalarının çoğunun 19-20. yydan yeniden inşalar olduğunu öğrendim. Yine de. Bi de Antwerp şaşırtıcı bi derece Baroktu. 'Katolik' kelimesinin yarattığı fark çok ortalıktaydı, netekim, toplamda.
Buradaki işim demişken, hocamla tatil dönüşü ilk toplantımızı yaptık. Sıkıntısız devam. Introduction'ı neredeyse değişikliksiz kabul etti. Öncelikli dert tasa bitsin, Çeptır Tuu diye devam o halde:)
Delft'ten bi de Jazz festivali geçti. O ölçekteki bi festival için çok hoş sürprizler vardı. Midnight Gypsies, bi Hendrix tribute grubu, gayet iyiydi, gitaristin bazen daha güncel bazı cambazlıklara girip özgün tattan uzaklaşması dışında, ama bütün geceyi arka arkaya bi yıın Hendrix şarkısını üstelik oraya Hendrix şarkıları dinlemeye gelmiş hepsini ezbere bilen bi kalabalıkla dinleyerek geçirmek pek leziz oldu. Leslie Nielsen, çok enerjik bir org-gitar-davul triosuydu (bas gitarda da klavyecimizin sol eli), eve dönmeden önce bi de eski kilisenin ordaki sahneye bakiim dediim için yakalamış oldum, gece ikiye kadar çıldırttılar beni, sonra uyku muyku kalmadı tabi, dönüp sabaha kadar müzik dinledim. Ertesi gün meydandaki büyük sahnede The Ploctones, funktan fusiona doğru aktılar ama en güzeli arada müthiş dolu dolu ve sert prog oldukları 2-3 şarkı vardı, çok yakışmış ellerine. Konserde yanımda bi önceki akşam Leslie Nielsen konserinde tanıştığım bi adam vardı, daha klasik jazz tarafındaydı o, yazık ki konserin bi kısmını o adamcaıza bunun güzel müzik olduğunu açıklamaya çalışarak geçirdim. İkna oldu fekat ben bi iki şarkı kaçırmış oldum.
Bayramda Ankaradayım, biletimi aldım. Büyük olaylar, önemli işler, malum. Sonra da en güzeli, en yırtınarak bekleneni, artık kalbimin yarısını orda bırakıp atlayıp uçağa dönmek yok, iki kişilik dönüş bileti, cebimde hollandadaki iki kişilik evin anahtarları, iki kişilik hayatın planları, oh be.
Oh be.