15 Mart 2011 Salı
25 Aralık 2008 Perşembe
Sonunda, Özge, Evinde
Solda; hevesle hazırlandığımın resmidir: şarap, ince puro, patentli fırında bol sebzeli et yemeğim. Sağda; Özge nihayet kapısının önünde
Solda; O kanepe bu anı çok bekledi, çook. Sağda; Benim önceden aldığım bir iki parça dışında neredeyse bütün bir ev iki Ikea arabasında.
Bütün bir haftasonu vida sıkmaktan avuçlarımız zonkladı kaç gün. Ossuuun:)
Delft'te Trappistenlokaal'da Emine, Richard ve Jose ile. Evimizde ilk misafirlerimiz, Alper ve Sevinç. Ve karşınızda Özge'nin sarı (ve Özgem gibi solak) bisikleti.
Netekim burda herşeyler pek bi hoş, pek bi tatlı. Duyurulur efem.
So may we stay,
forever,
young.
Solda; O kanepe bu anı çok bekledi, çook. Sağda; Benim önceden aldığım bir iki parça dışında neredeyse bütün bir ev iki Ikea arabasında.
Bütün bir haftasonu vida sıkmaktan avuçlarımız zonkladı kaç gün. Ossuuun:)
Delft'te Trappistenlokaal'da Emine, Richard ve Jose ile. Evimizde ilk misafirlerimiz, Alper ve Sevinç. Ve karşınızda Özge'nin sarı (ve Özgem gibi solak) bisikleti.
Netekim burda herşeyler pek bi hoş, pek bi tatlı. Duyurulur efem.
So may we stay,
forever,
young.
14 Kasım 2008 Cuma
8 Eylül 2008 Pazartesi
Ağustos ağzına kadar iş doluydu ya, doldu da eylüle taştı bi yığın. Türkiye dönüşü yaptığım listenin her maddesi tamamlanmış deil daha. Ama baya iş yaptım yalan deil. Kendi oturma iznimin uzatılması için başvuru ve Özgemin oturma izni başvurusu, en gıcıklarından başlamak gerekirse.
Ama en gıcıklarından başlamak gerekmez elbet. Hatta onların isimlerini bile anmasaydık iyiydi. Hallolmuş deiller zaten daha, bugünün tamamını misal, Hoofddorp'daki IND ile Rijswijk'daki IND arasındaki iletişimsizlikten kaynaklanan bir sorunu halletmeye çalışarak geçirdim. IND ile, belediye ile ve okuldaki personel bürosuyla bi yığın konuşma yaptım ve bi yığın yanlış anlamadan ve tekrar açıklamadan sonra elime geçen buralarda yaşayıp da bürokrasiyle yüz göz olan herkesin çok iyi bildiği aynı tavsiye oldu; "wait for 3 to 4 days, then.." Pıff.
Daha güzelinden konuşalım o halde; burada bir evimiz var artık. Bu da baya sıkıntılı oldu aslında, çünkü ben "Delftte yaşamaya devam etmek istiyorum" diye tutturdum uzun süre. Haftalar geçip de keyfim/kesem optimizasyonunda bir evin Delft'ten çıkma ihtimalinin zavallılığı netleşince, ve beni yurtta kapının önüne koyacakları günler bir elin parmakları seviyesine inince gidip Rotterdam'dan Özge'yle kararlaştırdığımız üst sınırdaki en gönlümüze göre olan evi tutuverdim. (Bu arada Delft'te öyle bir evi ucu ucuna kaçırdım ki, anlatmak bile istemem. Rüya gibi olacaktı, ah ulan.) Neyse ki pek çok meziyeti var tuttuğum evin, geniş, rahat, temiz, şirin (kapının önünden geçen bi kanalı bile var, ki önemli bi kriterdi benim için, illa ki Dutch bi şey olması içinde), merkeze çok yakın, istasyona bisikletle beş dakika, pencerelerimden biri büyük meydanın kilisesinin kulesini çerçeveliyor, içinde beyaz eşyası var, vs. İlk masrafları iliğimi kuruttu ama sorun deil, ilk defa parasız kalmıyorum.
Evde duran bi iki ufak parça dışında, "Ikea sen bizim herşeyimizsin" şiarıyla gidip olmazsa olmazların en ucuzlarını aldım, ama fazla hiç bi şey almadım, çünkü sevdiim gelecek, ilk evimizi birlikte döşeyecez:) Şimdilik budur:
Geçen hafta, yurttan çıktıktan sonra ve bu eve taşınmadan önce (nasıl diye sormayın, bütün eşyaların bir kaç defa farklı yerlere taşınmasını gerektirdi) Belçika'ya gittim ISCH konferansına. Pek bi bayıldım o ülkeye de. Konferans Ghent'teydi, ama ben sunuşlardan kaçıp kaçıp bir günü Brugge'de bir günü de Antwerp'de geçirmeyi becerdim. Üçü de çok güzel kentler. "Cennet vatanım"a dönmeden önce azıcık da buralarda mı zaman geçirsek diye düşünüyordum ki, konferansta tanıştığım insanlardan birinden Budepeşte'yle ilgili bi öneri geldi. Yıllar önce bi on gün geçirmiştim orda da, o da başka bi güzellik. Neyse, hele şu düşük ülkeyle işim bi bitsin de.
Sırasıyla; Ghent, Brugge, Antwerp. Çok güzel Orta Çağ bu kentlerin hepsi, diyodum ki, o Orta Çağ binalarının çoğunun 19-20. yydan yeniden inşalar olduğunu öğrendim. Yine de. Bi de Antwerp şaşırtıcı bi derece Baroktu. 'Katolik' kelimesinin yarattığı fark çok ortalıktaydı, netekim, toplamda.
Buradaki işim demişken, hocamla tatil dönüşü ilk toplantımızı yaptık. Sıkıntısız devam. Introduction'ı neredeyse değişikliksiz kabul etti. Öncelikli dert tasa bitsin, Çeptır Tuu diye devam o halde:)
Delft'ten bi de Jazz festivali geçti. O ölçekteki bi festival için çok hoş sürprizler vardı. Midnight Gypsies, bi Hendrix tribute grubu, gayet iyiydi, gitaristin bazen daha güncel bazı cambazlıklara girip özgün tattan uzaklaşması dışında, ama bütün geceyi arka arkaya bi yıın Hendrix şarkısını üstelik oraya Hendrix şarkıları dinlemeye gelmiş hepsini ezbere bilen bi kalabalıkla dinleyerek geçirmek pek leziz oldu. Leslie Nielsen, çok enerjik bir org-gitar-davul triosuydu (bas gitarda da klavyecimizin sol eli), eve dönmeden önce bi de eski kilisenin ordaki sahneye bakiim dediim için yakalamış oldum, gece ikiye kadar çıldırttılar beni, sonra uyku muyku kalmadı tabi, dönüp sabaha kadar müzik dinledim. Ertesi gün meydandaki büyük sahnede The Ploctones, funktan fusiona doğru aktılar ama en güzeli arada müthiş dolu dolu ve sert prog oldukları 2-3 şarkı vardı, çok yakışmış ellerine. Konserde yanımda bi önceki akşam Leslie Nielsen konserinde tanıştığım bi adam vardı, daha klasik jazz tarafındaydı o, yazık ki konserin bi kısmını o adamcaıza bunun güzel müzik olduğunu açıklamaya çalışarak geçirdim. İkna oldu fekat ben bi iki şarkı kaçırmış oldum.
Bayramda Ankaradayım, biletimi aldım. Büyük olaylar, önemli işler, malum. Sonra da en güzeli, en yırtınarak bekleneni, artık kalbimin yarısını orda bırakıp atlayıp uçağa dönmek yok, iki kişilik dönüş bileti, cebimde hollandadaki iki kişilik evin anahtarları, iki kişilik hayatın planları, oh be.
Oh be.
27 Temmuz 2008 Pazar
Temmuz Özeti;
'ne çok gerek yok aslında netekim bu kolektif mektupların alıcısı olan güruh hep oradaydı zaten. Yine de not edilsin diye; Özgemi dizimin dibine getirme operasyonunun 2. pek möhim adımı hızlı ve verimli bir şekilde icra edildi (ilki Özge'nin tezini bitirmesi idi). Bu aşama, operasyonun başarısı adına ikna edilmesi gereken üç çok ciddi kurumun (Hollanda Göçmen Bürosu, T.C. Kültür Bakanlığı ve Şahin Ailesi) üçüyle birden ilgili farklı seviyelerde işlevsel dahice bir manevra olarak tasarlandı, kararlılıkla ve hızla uygulandı (çarşamba Türkiye, cuma tanışma ve isteme, cumartesi nişan, p.tesi planlandığı halde tek geri adımımız olarak perşembe nikah). Kendimizle gurur duyduk.
Sonra Umut ve Rabia'nın nişanı, ve sayesinde yıllar sonra Eskişehir (pek güzel göründü gözümüze), Ankara'da yeni kimlik ve pasaportlar ve Özge'nin burdan yapacağım başvurusu için gereken diğer belgeleri koşturmacası, ve sadece 4-5 gün kaldığı için Ege-Akdeniz yerine Karadeniz, Çakraz'da nihayet azıcık başbaşa kafa dinleme. Sonra yine uçaktan uçağa atlaya atlaya Delft. Ve Ağustos ağzına kadar iş dolu.
Olsun, çok büyüklerini hallettik. Böyle devam, buraların ve sunduğu her şeyin tadını artık beraber çıkarmaya başlayıncaya kadar:)
P.S. Tantanayla ilgili her tür foto facebookta.
'ne çok gerek yok aslında netekim bu kolektif mektupların alıcısı olan güruh hep oradaydı zaten. Yine de not edilsin diye; Özgemi dizimin dibine getirme operasyonunun 2. pek möhim adımı hızlı ve verimli bir şekilde icra edildi (ilki Özge'nin tezini bitirmesi idi). Bu aşama, operasyonun başarısı adına ikna edilmesi gereken üç çok ciddi kurumun (Hollanda Göçmen Bürosu, T.C. Kültür Bakanlığı ve Şahin Ailesi) üçüyle birden ilgili farklı seviyelerde işlevsel dahice bir manevra olarak tasarlandı, kararlılıkla ve hızla uygulandı (çarşamba Türkiye, cuma tanışma ve isteme, cumartesi nişan, p.tesi planlandığı halde tek geri adımımız olarak perşembe nikah). Kendimizle gurur duyduk.
Sonra Umut ve Rabia'nın nişanı, ve sayesinde yıllar sonra Eskişehir (pek güzel göründü gözümüze), Ankara'da yeni kimlik ve pasaportlar ve Özge'nin burdan yapacağım başvurusu için gereken diğer belgeleri koşturmacası, ve sadece 4-5 gün kaldığı için Ege-Akdeniz yerine Karadeniz, Çakraz'da nihayet azıcık başbaşa kafa dinleme. Sonra yine uçaktan uçağa atlaya atlaya Delft. Ve Ağustos ağzına kadar iş dolu.
Olsun, çok büyüklerini hallettik. Böyle devam, buraların ve sunduğu her şeyin tadını artık beraber çıkarmaya başlayıncaya kadar:)
P.S. Tantanayla ilgili her tür foto facebookta.
26 Temmuz 2008 Cumartesi
Haziran Özeti;
Çok sahneli, paralel konserli müzik festivali kavramına pek nefis bir Dutch dokunuşu. Ben sahneden sahneye koşmuyorum, kanal kenarında belirlenmiş yerlerden birine oturuyorum, biranın sandviçin satıldığı, gruplar tekneleriyle sıra sıra önümden geçiyorlar. Her tür ses donanımı teknenin üstünde, ellerinde fişle geliyor tekne, o noktadaki prize takıyor çalıyor, sonra fişi çekip gidince diğeri. Gördüğüm en şirin jazz festivali. Den Haag'daydı bu.
Şirin, Beestenmarkt'ta Hollanda maçlarından birini izlerken Olgu'nun bu insanlar için kullandığı tanımlamaydı, daha iyisi de bulunamayabilir. Takımları eski şampiyonları ezerken de öyleydiler, sonunda yenildiklerinde de. (Rusya'ya yenildikleri akşam küçük bir kavga çıktı ama çıkaranlar Rusya'yı destekleyenlerdi.) (Türkiye-Almanya maçını birlikte izlemeye gittiğimiz İspanyol arkadaş onlara Almanlardan daha çok benzediğimizin hakkını verdi; bizimkiler tac kazandığında darbuka çalıp göbek atılıyordu, aynı ortamda bi yığın alman da olduğunu anca almanlar gol atınca farkettik.) Netekim Türkiye'de Avrupa Şampiyonası izlemek ne kadar kasıcıysa böyle şirin bir enternasyonal ortamda izlemek de o kadar keyifli imiş.
Bi de küçük stüdyo denememiz oldu. Alper; Rize grubundan, burda masterda, Serdar; onun arkadaşı, direc-t'deymiş önceden, burda yaşıyo güzel adam, bizim olgu, bizim merve. Önce evde sonra stüdyoda 2-3 şarkı denedik arada eğlendik, ve her zamanki gibi işte, bazen de eğlenemedik. İyi oldu velhasıl, başkalarıyla çalma durumu, ne yaparsan yap, başkalarıyla çalmadan yerine gelmiyo.
Çok sahneli, paralel konserli müzik festivali kavramına pek nefis bir Dutch dokunuşu. Ben sahneden sahneye koşmuyorum, kanal kenarında belirlenmiş yerlerden birine oturuyorum, biranın sandviçin satıldığı, gruplar tekneleriyle sıra sıra önümden geçiyorlar. Her tür ses donanımı teknenin üstünde, ellerinde fişle geliyor tekne, o noktadaki prize takıyor çalıyor, sonra fişi çekip gidince diğeri. Gördüğüm en şirin jazz festivali. Den Haag'daydı bu.
Şirin, Beestenmarkt'ta Hollanda maçlarından birini izlerken Olgu'nun bu insanlar için kullandığı tanımlamaydı, daha iyisi de bulunamayabilir. Takımları eski şampiyonları ezerken de öyleydiler, sonunda yenildiklerinde de. (Rusya'ya yenildikleri akşam küçük bir kavga çıktı ama çıkaranlar Rusya'yı destekleyenlerdi.) (Türkiye-Almanya maçını birlikte izlemeye gittiğimiz İspanyol arkadaş onlara Almanlardan daha çok benzediğimizin hakkını verdi; bizimkiler tac kazandığında darbuka çalıp göbek atılıyordu, aynı ortamda bi yığın alman da olduğunu anca almanlar gol atınca farkettik.) Netekim Türkiye'de Avrupa Şampiyonası izlemek ne kadar kasıcıysa böyle şirin bir enternasyonal ortamda izlemek de o kadar keyifli imiş.
Bi de küçük stüdyo denememiz oldu. Alper; Rize grubundan, burda masterda, Serdar; onun arkadaşı, direc-t'deymiş önceden, burda yaşıyo güzel adam, bizim olgu, bizim merve. Önce evde sonra stüdyoda 2-3 şarkı denedik arada eğlendik, ve her zamanki gibi işte, bazen de eğlenemedik. İyi oldu velhasıl, başkalarıyla çalma durumu, ne yaparsan yap, başkalarıyla çalmadan yerine gelmiyo.
25 Mayıs 2008 Pazar
Öncelikle;
Ankara'nın bebekleri ikidir iki! Güneş bebek de geldi, keyfolduk. Lakin, dostlar, fotoğraf gerek el memlekettekilere, hadi bi zahmet. Bi zahmet.
Sonracıma;
Cuma gecesi, The Hague Jazz.. Akşam 6dan gece 2ye 10 kadar sahnede 30 küsür grup. Hem de öle böle diil. Şöle açıkliim:
Bazı şanssızlıklar oldu tabi; Hiromi çok hoştu (pianoda acaip velet bi japon kız, gayet iyi fusion) ona takıldım Mike Stern kaçtı, Truffaz'la Stanley Clarke çakışıyodu, ööle dinleyici olmak yetmez bazen fan olmak gerek dedim Truffaz'ı seçtim, Clarke kaçtı, falan. Sonuçta ordan oraya koştum bütün gece. Gece 2'de haliyle tramvay bitmişti istasyona kadar yürümek zorunda kaldım, olsun. İstasyonda Delft treni film gibi parmaklarımın arasından kaçtı, 3:41 trenine kadar bekledim, olsun.
Sonracıma;
Cuma gecesi, The Hague Jazz.. Akşam 6dan gece 2ye 10 kadar sahnede 30 küsür grup. Hem de öle böle diil. Şöle açıkliim:
Bazı şanssızlıklar oldu tabi; Hiromi çok hoştu (pianoda acaip velet bi japon kız, gayet iyi fusion) ona takıldım Mike Stern kaçtı, Truffaz'la Stanley Clarke çakışıyodu, ööle dinleyici olmak yetmez bazen fan olmak gerek dedim Truffaz'ı seçtim, Clarke kaçtı, falan. Sonuçta ordan oraya koştum bütün gece. Gece 2'de haliyle tramvay bitmişti istasyona kadar yürümek zorunda kaldım, olsun. İstasyonda Delft treni film gibi parmaklarımın arasından kaçtı, 3:41 trenine kadar bekledim, olsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)